24 Mayıs 2008 Cumartesi

Oriental Roller







KuşBakımı

Kuş besleyen insanlar büyük paralar harcayarak aldıkları kuşları alırken gösterdikleri titizliği maalesef bakımı ve hastalıkları sırasında göstermiyorlar. Bu yüzden çok iyi damızlık kuşlarımız yok olup gidiyor.


Öncelikle kuş bakmak için sağlıklı bir kümese ihtiyaç vardır. Bu kümesin ahşap olması veya toprak üzerinde olması kuşlarımızı aşırı rutubetten koruyacaktır. Teras gibi yerde tuğla kümes yapan arkadaşlarımızın rutubet ortamından kurtulmaları için kümes içini strafor dediğimiz köpükle döşememiz gereklidir. Kümeslerimize bol oksijen girmesi için ufak dahi olsa bir pencere açılması ve sinek teli ile kapatılıp içeriye mikrop taşıyan sineklerin girmesini engellemeliyiz. Kapı ve pencere üzerindeki camlar kümes içine güneşin girmesine yardımcı olacağından tercih nedenidir. Kümesleri güneş alacak şekilde yapmamız sadece güneşte olan D vitamininin kuşlar üzerine gelmesine yardımcı olmamız gerekir.

Kümes içine yaptığımız yuvaların da kuru tahtadan yapılıp kuşların yumurtlaması için kuru çam yaprakları, kuru ot, kuru saman koymamız, yumurtanın hava almasını sağlayacağından yavrunun sağlıklı çıkmasını sağlayacaktır.

Beslemeyi düşündüğümüz kuşlarımızı kümesimize koyduğumuzda bunların bakımı gündeme geliyor. Günümüzde buğdayla beslediğimiz kuşları maalesef iki saatten fazla uçuramıyoruz. Veya kuşlar eskisi kadar zinde olmuyor. Bunların sebebi tek buğday veya mısırla beslenen hayvanlar, vücutlarına gerekli olan vitamin ve mineralleri yeteri kadar alamamaktadırlar. Oysa vitamin ve mineraller doğurganlık, parlak tüy yapısı, sağlam kas ve kemik yapısı, hastalıklara karşı direnç yönünden çok önemlidir. Bu yüzden kuşlarımıza buğday, mısır, fiğ, pirinç, kırmızı mercimek, kendir tohumu, kuru bezelye gibi karışımlar hayvanların bir nebze olsun ihtiyaçlarını karşılarlar. Bu yemlerin tozsuz ve temiz olması gerekir. Hayvanlar yedikleri bu yemleri taşlıkları vasıtasıyla öğütürler. Bu yüzden taşlıklarına öğütücü kum parçaları gerekir. Bizler genellikle deniz veya dere kumu ile bu ihtiyacı gidermeye uğraşırız. Ancak bu tür kumlar yuvarlak olduğundan kesici görevi yapmaz. Kuşların kursağında boşuna şişlik yapar ve bu kumları yiyen kuşlar bir köşeye çekilir ve kabarık dururlar. Bu kum ihtiyaçları Avrupa'da istiridye kabuğu kırıklar, kırmızı kil, kömür, çakıl, kurutulmuş deniz yosunu ile giderilir. Ayrıca bu karışımlar 220 derecede fırınlanarak mikrop ve zararlı bakterilerden arındırılırlar.

Kuşlarımıza genelde hastalıklar sudan bulaşır. Suluklarımız çok temiz ve temizlenebilir şekilde olmalıdır. Genelde bu suluklarımıza kuşların tüyleri , vücuttan çıkan tozları, yem parçaları ve pislikler toplanır. Suda mikroorganizmalar (mikroplar, bakteriler- mantar , koli basili) çok çabuk ürerler. Böyle bir su çeşitli hastalıklar ve ishal ile kuşun sağlığını tehdit eder. Bu sebepten haftada en az bir kere dezenfektan ilaçları ile temizlenmeli, hatta su içine birkaç damla damlatılarak suyun dezenfekte olmasını sağlarız. Bunlar; Witte Molen Wime-San, su koruyucu Dezen, Mefarol, Vanodin gibi ilaçlardır.

Dezenfektan ilaçlarına sıra gelmişken bizler bu konuyu da maalesef göz ardı ediyoruz. Halbuki kümeslerimizi en az ayda bir kere dezenfektanlamamız gereklidir. Dezenfektan yapmadan önce kümes ve yuvalardaki pislikleri kazıyıp temizlememiz gerekir. Daha sonra içerideki tozlar temizlenir. Dezenfektan kuşların üzeri dahil kümesin her yerine sıkılır. Bu bir fitil pompa yardımıyla yapılabilir.

Kuşlarımız her gün banyo yapmalıdırlar. Banyo suları temiz olmalıdır. 5-6 kuş yıkandıktan sonra yeni su koyup diğerlerinin yıkanmasını sağlamalıyız. Kesinlikle yağmur veya birikinti sularında kuşların banyo yapmasına müsaade etmeyiniz.

Bazılarımız toprak dökerek kuşların buralarda eşinmesini, toprak üzerinde bir şeyler yemesini düşünürüz. Oysa bu toprak üzerine yağan yağmur ve uçuşan tozlar hastalık taşır. Bu yüzden haftada en az bir kere dezenfektanla toprak temizlenmelidir.

Kuşlarımıza ne kadar bakım yaparsak yapalım mineral ve vitamin yönünden gerekli ihtiyacını sağlayamayız. Oysa mineral ve vitaminler sağlık, doğurganlık, parlak tüy yapısı, sağlam kemik ve kas yapısı ve hastalıklara direnç yönünden çok önemlidir.

Wimoraal mineral karışımı, VM-Forte vitamin ve Muta-Vit gibi mineral veya vitaminler kullanılır. Kuşlarımızın yedikleri içtikleri her şeyden bağırsakları bozulabilir. Bunun için COXİ PULUS, solunum yolu hastalıkları için BAYTRİL, kabarma ve kurumaya giren kuşlar için OROPHARMA FORLAYT kullanırız. Bağırsak solucanları için bir litre suya 5 diş sarımsak koyulur bir gün sonra kuşlara verilir. Bit, pire içinse Ardap, Ecto Spray kullanılır.

Hasta, Yaralı ve Yetim Kuşların Bakımı

Kuşlar; kazalar, kediler tarafından yaralanmak gibi çok yaygın nedenlerden insanlara gelir. Kuşların bakımını yaparken onların vahşi yaratıklar olduğu unutulmamalı ve en kısa sürede doğaya dönmeleri amaçlanmalıdır, zaten yasalar da onların kendi habitatlarında yaşamalarını öngörür.


Yaralı veya yetim bir kuş mümkün olduğu kadar az ele alınmalı ve ev hayvanı yapılmaya çalışılmamalıdır. Bazı kuşlar kolaylıkla uysallaştırılır ve doğaya bırakılmaları zorlaşabilir, şunu unutmamak gerekir ki yalnızca tamamiyle sağlıklı kuşlar vahşi doğada yaşamını sürdürebilir. Herhangi hasta yaratığın bakımı zaman, para ve sabır gerektirir, eğer bu sorumluluğu alamayacaksanız ya da eğer kuş iyileştirilemeyecek şekilde yaralandıysa ona acı çektirmek yerine belki de ölmesi daha iyidir.

Özet

· Hasta kuşlar geceleyin sessizlik, sıcaklık, ve karanlığa ihtiyaç duyar
· Kuşun mümkünse türü belirlenmeli
· Kuş bir süre dinlendikten sonra uygun yiyecekler verilmeli
· Hastalıklar veya yaralanmalar veteriner kontrolüyle tedavi edilmeli
· Kuşlar iyileştirilemeyecekse ya yok edilir ya da doğaya bırakılır
· Yavru kuşları doğada bırakın, herhangi bir müdahale yapmayın
· Kuşlar en kısa sürede doğaya geri salınmalıdır

Yakalama ve Elde Tutma

Yaralı bir kuşu yakalamak genellikle zordur ve dikkatsizce tutmak daha fazla zarar görmesine sebep olabilir. Bir çok kuş karanlıkta hareketsizleşir, bu yüzden üzerlerine havlu veya battaniye atılıp daha sonra da uygun büyüklükte bir kutuya nakledilerek kolayca yakalanır. Kuşu sağlam bir şekilde fakat nazikçe tutmak gerekir, kanatları vücuda yakın tutarak herhangi bir yaralanmayı önlemiş olursunuz. Bir çok kuş kötü bir şekilde ısırabilir, kargaların ve martıların gagalarına sarabileceğiniz bir elastik bandaj koruma sağlayacaktır, bunu yaparken kuşun burun deliklerini kapamamaya dikkat edin ve tekrar doğaya salarken bandajı çıkarmayı unutmayın.Yırtıcı kuşları eldivenle tutmak gerekir, özellikle pençelerine dikkat edilmeli. Balıkçıllar ve sümsük kuşları gibi büyük kuşlarla ilgilenirken çok dikkatli olmak gerekir, kuşları yüzünüze yakın tutmayın. Kuğular ve kazlar kanatlarını kendilerini savunmak için kullanırlar, bu tür kuşları da tutarken dikkatli olmak gerekir. Kuşlardan bazı hastalıklar insana geçebilir, eğer kuşu tuttuktan sonra elinizi yıkarsanız herhengi bir hastalığa yakalanma riski çok azalır. Eğer kafes kuşu besliyorsanız, hasta kuşu asla yanına koymayın.

Hasta Kuş

Kuşlar arasında yaygın olan yaralanmalar arasında kanattaki ve bacaktaki kemik kırıkları, deride ve kaslarda meydana gelen yaralanmalar, kuşun tüylerini kaybetmesi ve kaza sonucu meydana gelen şok sayılabilir. Yara küçük ve yüzeyselse hafif bir antiseptik ve suyla temizlenebilir, bu şekilde çabucak iyileşecektir. Şokun en iyi tedavisi kuş için en az 1 saat iyi havalandırılmış, sıcak, ve karanlık bir kutu içinde sessiz bir ortam sağlamaktır. Daha ciddi yaralar ve kırıklarda veteriner müdahelesi gerekir. Kuş yaralı değil de hastaysa bir dizi hastalığı olabileceğini düşünmek gerekir. Eğer çok hastaysa yani kolaylıkla tutulabiliyorsa muhtemelen tedavisi mümkün değildir. Kuşlarda teşhis çok zordur, fakat veterinere danışılırsa onun tavsiyesiyle uygun tedavi mümkün olabilir. DHKD'nin veteriner çalışanı olmadığı gibi yaralı ve hasta kuşlara bakım merkezi de yoktur.

Barınak

Hasta sıcak bir yerde tutulmalı ve gereksiz yere rahatsız edilmemelidir. Küçük kuşlar için en iyi barınak kanarya ve muhabbet kuşu bakıcılarının kullandığı kafeslerdir. Eğer kuş çok hastaysa sıcaklık 21 veya 30 dereceye kadar çıkarılmalıdır, eğer kuş tünek kullanabiliyorsa tünek sağlarsanız kuş mutlu olacaktır, Zemini kalın bir gazete kağıdıyla örtün ve her gün değiştirin. Yiyecek ve su kuşun rahatça alabileceği ve dökmeyeceği bir yere yerleştirilmeli.

Yiyecek

Kuş muhakkak beslenmeli, ve verilen yiyecek kuşun çeşidine göre değişmeli, örneğin küçük kuşlar kabaca tohum ve böcek yiyiciler olmak üzere iki gruba ayrılabilir. İsketeler, çinteler ve serçeler tohumla beslenirler, uygun miktarlarda karıştırılmış tohum verilebilir. Kızılgerdan, dağ bülbülleri, karatavuklar, ardıçlarve baştankaralar böcek yiyicilerdir, ve böcek yerine geçecek besin muhakkak bulunmalıdır, pet shoplardan alınabilir, böcek yerine geçecek yiyecekler arasında akıyla sarısı karıştırılarak pişirilmiş yumurta ve sulu ezilmiş tahıl sayılabilir. Bu yemekleri almadan önce yalnızca ilk gün için ekmek veya kek kırıntıları verilebilir. İnce dilimlenmiş yağsız et de böcek yiyen kuşlara uygundur ama muhakkak vitamin, mineral katkısı yapılmalıdır, eğer kuş gençse vitamin ve mineral katkısı yapılmadan uzun süre bu şekilde beslenirse kemiklerinde anormallikler oluşur, eğer kuş biraz kan kaybettiyse 1 çorba kaşığı glukozun yarım litre suda eritilmesiyle oluşturulmuş glukoz solüsyonu içirilebilir. Karga ve martılar gibi daha büyük kuşlar genelde yemek artıklarıyla beslenirler, iyice ıslatılmış köpek bisküvileri, konserve köpek veya kedi yiyecekleri gibi. Martılar özellikle ince kesilmiş çiğ balık tercih ederler ancak vitamin ve mineral katkısı olmadan uzun süre bu şekilde beslemek iyi değildir. Kuşun yemediği yiyecekler atılmalıdır böylece hastalığın yayılması önlenmiş olur.

Yetim Kuşlar

Bahar ve yaz aylarında genç bir kuşu yanında anne babası olmadan yerde otururken veya sekerek dolaşırken görmek çok yaygındır, ebeveynleri uzak bir yerlerde yiyecek topluyor ya da sizin yaklaşmanızdan ürkmüş yakınlarda bekliyor olabilirler. Bazı tüyleri yeni çıkmış yavrular , özellikle baykuşlar yuvalarını henüz uçamazken terkederler, eğer bir tane bulursanız yuvasına geri koymaya çalışmayın çünkü diğer genç bireyleri rahatsız edersiniz, eğer kuş çok açıkta bir yerdeyse daha kapalı kolayca görünmeyeceği bir yere koyun, ama çok uzak bir yer olmasın ki ebeveynleri onu bulup besleyebilsinler, eğer genç kuş tüysüzse ve yuvasından kazayla düşmüşse, yuva bulunabilir ve kuş da yerine konabilir, eğer endişelendiyseniz 2 saatliğine oradan ayrılın ve tekrar dönerek kuşun hala rahatsız görünüp görünmediğine bakın, eğer kuşu eve götürmek zorunda kalırsanız başınıza uzun zaman alacak zorlayıcı bir iş aldığınızı unutmayın, ona ebeveynlerinin vereceği ilgiyi verebileceğinizi ummayın bu şekilde onun vahşi yaşama uyum sağlamasını zorlaştırmış olursunuz. Kuşu eve götürmek dışında bir alternatifiniz kalmadıysa , terkedilmişse, onu uygun yiyecekle beslemeniz gerekir, Bir çok küçük kuşu düzenli beslerken ezilmiş, ıslatılmış bisküviyle az miktar akıyla sarısı karıştırılarak pişirilmiş yumurta , ince dilimlenmiş öküz kalbi veya az miktarda doğranmış solucan verilir. Doğal yiyeceklerden yaprak biti, yeşil tırtıl, karınca veya kesilmiş solucan kuşun büyüklüğüne bağlı olarak verilebilir.Vitamin muhakkak verilmelidir. Beslerken cımbız veya ucu küt pens kullanın, yiyecekleri nemlendirdiğinizde genç kuşun tüm ihtiyacı olan suyu vermiş olursunuz. Eğer kuş yeteri kadar gençse gagasına pensle dokununca açar ve sizde yiyeceği rahatça boğazına yerleştirebilirsiniz, eğer gagasını açmıyorsa başparmağınız ve işaret parmağınız yardımıyla gagayı nazikçe açın ve bir başka kişi de yiyeceği içine soksun. İki veya üç kez uğraştığınızda kuş gagasını açmayı öğrenecektir. Genç güvercinler ve kumrular kanarya yiyeceğiyle beslenebilirler, yiyeceği kapalı plastik bir kaba koyun, kenarından bir delik açıp kuşun gagasını içine sokup kuşun beslenmesini sağlayın. Yavru tüylenmeye başladığı zaman az miktarda tohum yiyeceğe eklenebilir, daha sonraları da iyice büyüdüğünde mısır, buğday, taze yeşil sebze ve biraz mineralle beslenir. Genç kuşların bazıları gün boyunca kendi ağırlıkları kadar besinle beslenebilir, ve küçük kuşların gençleri örneğin kızılgerdan yemek yemeden 1 saatten fazla zaman geçirmemelidir, yani kuşları tüyleninceye kadar gündüz her saat düzenli bir şekilde besleyin, kuşu her beslediğinizde atıkları atın. Kuş kutuda tutamayacağınız kadar aktifleştiğinde kafese nakledin ve bir miktar yiyecek ve suyu kafeste bırakın, bu şekilde kuş kendi kendine beslenmeye başlayacaktır. Kuşun tüyleri çıkmamışsa ona kutu içinde kağıt kullanarak bir yuva yapabilirsiniz, beslenme saatleri arasında kutuyu kapalı tutarsınız. Kutuyu cereyandan uzak tutmalısınız, unutmayın ki anne kuşlar gece boyunca kuluçkaya yatar, sizin yetim kuşunuzun da sıcağa ihtiyacı vardır. Siz de gece boyunca kutuyu hava alan bir dolaba koyun veya bir battaniyeye sarılmış sıcak su şişesini kullanın.

Serbest Bırakma

Kuşlar kısa sürede serbest bırakılmalıdır. En ideali nerede bulunduysa oraya bırakılmasıdır, Bu mümkün değilse bırakılan noktada kuşa tanıdık gelecek ve geri dönmesini sağlayacak bir şey olmalıdır. İçeride tutulmaya alışmış bir kuşu serbest bırakacağınız yere kafesini veya kutusunu getirip orada bir süre tuttuktan sonra serbest bırakmanız gerekir, hatta mümkünse serbest bırakacağınız nokta kuşu rahatça gözlemleyebileceğiniz bir yer olmalı, çünkü kuş bu noktaya beslenmek için ya da geceyi geçirmek için dönebilir. Ayrıca kuşları sabahın erken saatinde bırakmak en uygunudur, hatta tercihen güzel , sıcak bir günde bırakılmalı böylece onlara yerleşmek ve beslenmek için zaman tanımış olursunuz, bu şekilde açık bir arazide gecelemelerini önlersiniz. (Baykuşlar karanlıkta serbest bırakılmalıdır) Bunların yanısıra kuşu bıraktığınız yerin ona uygun bir yaşam alanı olmasına dikkat edin, örneğin bir kızkuşunu ormanlık bir alana bırakamazsınız. Kuşun serbest bırakılır bırakılmaz başının çaresine bakabileceğini düşünmeyin, belki bir kaç gün ona yiyecek vermelisiniz ve de arka arkaya 3 gün boyunca yiyeceğine dokunmadığını gözlemlemelisiniz. Kuşu serbest bırakmadan önce onu düzenli yemek saatlerine alıştırmalısınız, böylece serbest bırakıldıktan sonra alıştırma döneminde tekrar aynı noktaya dönecek, ve siz de onu besleyebileceksiniz. Kendi kendine yemek yemeye başlamadan bir kuşu serbest bırakmayın, eğer kuşu 1 aydan fazla tutarsanız tekrar vahşi yaşama alışması için çok daha fazla zamana ihtiyacı olacaktır, bu nedenden ötürü kuşlar uzun süre esaret altında tutulmamalıdır, uzun süren esaret ekstra tehlike ve strese neden olur. Kuğular ve Diğer Su Kuşları Kuğular genelde balık ağlarına dolanmış şekilde bulunur ya da kurşun zehirlenmesine maruz kalırlar. DHKD yaralı, zehirlenmiş veya petrol bulaşmış kuğulara yardım için başvuracağınız merkez değildir.

Yırtıcı Kuşlar

Yırtıcılar çiğ etle beslenir, suya çok ihtiyaç duymazlar, ancak sıkça banyo yaparlar. İyileşmeye başladıklarında örneğin baykuşların diyetine tavşan tüyü, kılı eklenmelidir. Yırtıcıların vahşi doğaya döndürülmeleri zordur, bu konuda bir yerden tavsiye almanız gerekir. Yırtıcılar yasalara göre lisanslı rehabilitasyon bakıcıları tarafından bakılmalıdır.

Zor Durumdaki Deniz Kuşları

Güçlü fırtınalar sırasında deniz kuşları, örneğin yelkovanlar ve sümsükkuşları içerilere kadar gelebilir, ve kendilerini zor durumda bulabilirler. Bu kuşlar genellikle yorgun olur ve yollarını kaybetmişlerdir, çiğ balıkla zorlukla beslenirler, mümkün olduğu kadar çabuk denize döndürülmeleri gerekir, yelkovanların akşam veya gece serbest bırakılmaları gerekir.

Petrole Bulanmış Kuşlar

Petrole bulanmış canlı bir kuş bulursanız onu temizlemeye çalışmayın, iyilik yapacağım derken zarar verme olasılığınız çok büyük. İyi hava alan kartondan bir kutuya koyun, sıcak tutun ve veteriner yardımına başvurun. Kıyılarda çok sayıda ölü kuş bulursanız mutlaka ilgili kuruluşlara haber verin.

Zehirlenme

Martılar genellikle felç olmuş halde yaz ve sonbahar aylarında bulunurlar, kafalarını oynatamayacak durumdadırlar. Bu durum botulizm (bir bakteri toksini) zehirlenmesinin sonucudur. Bu gibi durumlar ve çok sayıda ölü kuş bulduğunuzda ilgili kuruluşları mutlaka yer ve kuşların sayısından haberdar ediniz.

Güvercinlerin İç Pusulası

UÇURDUĞUMUZ GÜVERCİN YA GERİ DÖNMEZSE ?

Güvercin yetiştirenler için bu işin en önemli yanı kuşlarının uçuş performansıdır. Kendi kuşları ile özdeşleşmiş bir çok kuşçu tanıyorum. Kuşları ile birlikte aynı kümeste yattığı için gazetelere haber olanların yanı sıra, bir çift güvercin için ufak çaplı servet ödeyenler hiç de az değil.


Kısa sürede bir yaşam biçimine dönüşen bu tutku, zamanla hep daha iyi kuşlara sahip olabilmek uğruna verilen uzun bir uğraş haline geliyor.

Peki bu derece değer verdiğiniz güvercininizin uçurduğunuzda yuvasına geri gelemeyeceğini bilseydiniz ne yapardınız ? Bu konuda en ufak bir şüpheniz olsaydı kuşunuzu uçurur muydunuz ?

Sanırım böyle bir şey olsaydı kimse güvercin uçurmaz hatta beslemezdi. Güvercin belki de bir kafes kuşu olarak alınıp satılır, kuş satın alınacağı zaman sadece renksel ve şekilsel bazı özelliklere bakılır, uçuş performansı gibi bir kavram hiç olmazdı. Bu aslında bildiğimiz anlamda güvercin yetiştiriciliğinin de sanırım sonu olurdu. Neyse ki, bütün güvercin yetiştiricileri uçurdukları kuşlarının yuvalarına geri döneceğinden adları gibi emindirler. Bazen çeşitli nedenlerle istisnai bazı durumlar yaşansa bile, bir güvercin uçtuktan sonra mutlaka yuvasına geri dönmektedir. Evcil güvercinlerle ilk tanıştığım ortaokul yıllarımda beni ilk etkileyen özellik, uçurduğum kuşların yuvalarına geri dönmeleri olmuştu. Uzunca bir süre neden kaçıp gitmediklerine ya da kaybolmadıklarına hayret etmiştim. Güvercinlerim gökyüzünde nokta gibi gözüküyor ve sonra da onları gözle göremez oluyordum. Eminim o yükseklikten bütün Ankara’yı ve çevresini çok rahat bir şekilde görebiliyorlardı. Daha sonra alçalıyor ve benim balkonumu bulup yuvalarına geri gelmeyi becerebiliyorlardı. Gerçekten de hayret vericiydi.

GÜVERCİNLER YÖNLERİNİ NASIL BULUYORLAR ?

Güvercini diğer bir çok canlıdan ayıran en önemli özellik, kanımca yuvasına ve eşine olan bağlılığı ile çok gelişmiş olan yön bulma yeteneğidir. Acaba güvercinler bu özelliklerini neye borçlular ? Nasıl olup da şaşmaz bir şekilde yönlerini bulabiliyorlar ? Bu konuda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bir çok bilim insanı bu konuda araştırmalar ve deneyler yapmıştır. İlk önceleri, kuşların yer şekillerini, binaları vb noktaları akıllarında tuttukları ve yönlerini bunlara göre belirledikleri düşünülmekteydi. Yapılan bazı deneyler bu düşüncenin yanlış olduğunu ortaya çıkarttı. Güvercinlerin gözlerine etrafı görmelerini engelleyen lensler takılarak yapılan bir deneyde, kuşlar bir tür kör edildiler. Daha sonra yuvalarından oldukça uzağa götürülüp uçuruldular. Bu durumda bile güvercinlerin bir çoğunun yuvalarına geri geldiği gözlendi. Bunun üzerine daha farklı varsayımlar üzerinde durulmaya başlandı. Aslında kuşların güneş ve yıldızlara bakarak yön belirledikleri görüşü uzun bir zamandır araştırılmaktaydı. Bu konuda yapılan bazı deneyler bu görüşü destekler doğrultudaydı. Özellikle posta güvercinleri ile çeşitli deneyler yürütülüyordu. Bu kuşların uzun yolları kat edip geri gelmeleri üzerinde duran bilim insanları kuşların güneşe göre yön belirlediklerini saptadılar.

GÜNEŞE VE YILDIZLARA GÖRE YÖN BULMA

Bu konuda ilk kez ortaya görüş süren Alman kuş bilimci ( ornitolog ) Kramer olmuştur. Gündüzleri göç eden kuşlardan olan bir sığırcık ( Sturnus vulgaris ) ile yaptığı bir deneyde, sığırcığı etrafını aynalar ile kapattığı bir deney kafesine koymuştur. Aynalar öyle bir konumda yerleştirilmişlerdir ki kuş güneşten başka bir şey görememektedir. Kramer aynaların konumu ile oynayabilmektedir. Böylece aynaların konumunu değiştirerek güneşin durumunu istediği gibi değiştirebiliyordu. Aynaları her oynayışında sığırcığın güneşe göre aynı konumunu koruyabilmek için aynanın oynatıldığı ölçüde sürekli yer değiştirdiğini fark etti. Bunun üzerine aynı deneyi farklı bir biçimde tekrarladı. Bu sefer kuş, kapalı bir ortamda güneşi görmeksizin aynı deneye tabi tutuldu. Bu deney sonrası kuş yön duygusunu tamamen yitirdi. Yaptığı benzer deneyler sonucu Kramer, kuşların güneşin kendi yörüngesi üzerindeki hareketini fark ettiklerini, buna bağlı olarak konumlarını belirleyebildikleri sonucuna vardı. Özellikle gece de göçlerini sürdüren bazı kuş türleri üzerinde yapılan araştırmalar ise, bu kuşların yönlerini yıldızlara bakarak saptayabildiklerini ortaya çıkarttı. Ancak burada kuşlar eski gemiciler gibi kutup yıldızına bakıp ya da herhangi bir yıldıza bakıp yön belirlemiyorlar, gökyüzünün genel konumuna göre yön tayin ediyorlardı. Sarıasma ( Oriolus oriolus ) kuşları, yapay bir ortamda sonbahar gökyüzü görünümü altında yetiştirilmişlerdir. Bu kuşların sonradan yapılan deneylerde bu yapay gökyüzüne göre yönlerini bulabildikleri saptanmıştır.

GÜVERCİNLER DÜNYANIN MANYETİK ALANINI KULLANIYOR

Yukarıda anlatılanlara benzer şekilde yapılan bir çok deney, kuşların gökyüzüne bakarak güneş ve yıldızların konumuna göre yön saptayabildiklerini göstermiştir. Ancak gözleri lensle kapatılan güvercinlerin de yönlerini bulabilmiş olması veya gece göç eden kuşların kapalı havalarda yönlerini şaşırmamış olmaları gibi durumlar kuşların farklı bir yön bulma mekanizmasını da kullandıklarını göstermektedir. Peki bu mekanizma ne olabilir? Yapılan araştırmalar, dünyanın manyetik alanının kuşlar tarafından yön bulmak amacı ile kullanıldığını ortaya çıkartmıştır. Kuşlar yer kürenin manyetik alanından yararlanarak yön bulma yetisi geliştirmişlerdir. Kuşların bir çoğu Manyereseptör adı verilen manyetik alan algılayıcı bir sisteme sahiptirler. Bu sistem sayesinde kuşlar göç sırasında ya da uçurulduklarında dünyanın değişen manyetik alanını hissederek yönlerini belirleyebilmektedirler. Deneyler, göçmen kuşların manyetik alandaki %2’lik bir değişimi bile algıladıklarını göstermiştir. Özetle kuşların içinde bir tür pusula bulunmaktadır. Hayvanların yön bulmada dünyanın manyetik alanını kullandıkları görüşü, ilk kez Rus doğa bilimci Middendrof tarafından 1947 yılında ortaya atılmıştır. Dünyadaki manyetik alan, yer kürenin çekirdeğinde erimiş halde bulunan ve hareketli olan demirden kaynaklanmaktadır. Bu manyetik alan, yer kürenin içinden, okyanuslardan ve atmosferden geçerek bir kutuptan diğerine ulaşan oval biçimli akış çizgileri şeklindedir. Bu aynı bir mıknatısın kutupları arasına demir tozları serpiştirildiğinde oluşan çizgilere benzemektedir. Gözle görünmeyen ancak varlığı deneylerle saptanabilen bu manyetik alandan esinlenerek, yön bulmaya yarayan pusula dediğimiz aletler icat edilmiştir. Pusulanın ibresi hep bu manyetik alan çizgilerine paralel konumda durur ve dolayısıyla bize hep kutupları işaret eder. Bizler ancak bir pusula yardımı ile bu doğrultuları saptayabilirken acaba kuşlar bunu nasıl becermektedirler ? Kuşların iç pusulası nasıl çalışmaktadır ?

KUŞLARIN İÇ PUSULASI

Kuşların Manyereseptör ( manyetik alan algılayıcı ) bir sisteme sahip olduğunun düşünülmesi üzerine, bu konuda araştırmalar yoğunlaştı. Bu varsayımı doğrulamak için iki Amerikalı araştırmacı olan Walcot ve Keeton çeşitli deneyler yaptılar. Uzaklardan uçurulduklarında yönlerini kolaylıkla bulabilen bir dizi güvercin üzerinde yürütülen bu deneylerde, ilk olarak güvercinlerin üzerine küçük bir mıknatıs bağlandı. Bu şartlarda uzaktan bırakılan güvercinlerin yönlerini tamamen şaşırdıkları gözlendi. Kuşlara bağlanan mıknatısın kuşların iç pusulası üzerinde saptırıcı etki yaptığının saptanması, aynı zamanda böyle bir sistemin varlığını da kanıtlamaktaydı. Bu olayın belirlenmesi üzerine bu doğrultudaki araştırmalar hız kazandı. Bugün, jeomanyetik alandaki değişmelerin, güneşteki patlamalar ve bazı değişikliklerin yeryüzündeki biyolojik sistemleri olumsuz etkilediğini bilmekteyiz. Jeomanyetik fırtınaya yakalanan bazı güvercinlerin yönlerini şaşırdıkları gözlenmiştir. Bu tür değişimlerin özellikle göçmen kuşların göç yollarını şaşırmasından, balinaların karaya vurmasına kadar bir çok değişime yol açtığı bilinmektedir.

MANYERESEPTÖR NASIL ÇALIŞMAKTADIR ?

Yeryüzündeki manyetik akım çizgileri, jeomanyetik ekvatorda yatay durumdayken, kuzeye ve güneye doğru gidildikçe daha dik açılarla kesişir konuma gelir. Alanın şiddeti kutuplara yaklaşıldıkça artar. Ekvatorda ise daha zayıftır. Dünyada yaşayan bazı canlıların bu alanın şiddetini ve eğim açısını saptayabilen Manyereseptör adı verilen alıcılara sahip olduğu deneylerle belirlenmiştir. Bu alıcılara sahip canlıların bu sistemi yer küre üzerinde alan bulmakta kullandıkları saptanmıştır. Bu tür alıcılara sahip olan canlılar arasında bazı mikroorganizmalar, kuşlar, balinalar, bazı balıklar bulunmaktadır. Bir tür iç pusula olarak adlandırabileceğimiz bu sistem, güvercinlerde sinir sistemine yuvalanmış küçük manyetik mineral birikimleri ile sağlanmaktadır. Güvercinlerin kafatasları ile beyinleri arasında bulunan bu ferromanyetik tanecikler, yerin manyetik alanına karşı duyarlı birimlerdir. Pusulanın ibresi gibi düşünebileceğimiz bu mineral tanecikleri, yeryüzünün manyetik alanındaki değişimlerden etkilenmekte ve ilişikte bulundukları sinir hücrelerinde bir implus ( uyarı ) meydana getirmektedirler. Bu impluslar sinir sistemi aracılığı ile beyine iletilmekte ve güvercin gerekli hareketleri gerçekleştirmektedir. Amerikalı araştırmacılar olan Walcot ve Keeton bu konuda yaptıkları bir deneyde, her tarafı kapalı bir kafes içine koydukları saka kuşunu ( Carduelis carduelis ) Helmholtz bobini olarak adlandırılan manyetik alan yaratıcı bir sistemin merkezine yerleştirdiler. Bu sistem sayesinde manyetik alanın yoğunluğunu değiştirmeksizin alanın yönünü değiştirmek olanaklıydı. Alanın yönünü sürekli değiştirerek saka kuşunun davranışlarını gözlediler. Saka kuşu manyetik alanın yönü her değiştirildiğinde kendini yeni yöne göre ayarlıyordu. Bütün bu araştırmalar kuşların manyetik alandan yararlandığını ortaya koymaktadır.

SİSTEMİN YANILGI NOKTALARI

Bu sistem çok mükemmel gibi görünse de bazen yanılmaktadır. Özellikle manyetik alanı algılayamayacak şekilde uzaktan bırakılma, “lokal manyetik anormaller” olarak adlandırabileceğimiz demir yatakları, madenler, jeomanyetik alandaki değişime neden olan olaylar, fırtınalar hatta güneşteki patlamalar bile sistemin aksamasına neden olabilmektedir. Neyse ki, kuşlar sadece bu sistemden yararlanarak yön belirlememektedirler. Aslında kuşlar yön bulmakta güneş ve yıldızların konumlarını da kullanmaktadırlar. Bu nedenle esasen iki tane iç pusuladan bahsetmek belki de daha doğru olacaktır. Yeryüzünün manyetik alanının yön belirlemede kullanılmasını sağlayan bu sistem göçmen kuşların tümünde hatta bütün kuşlarda varmış gibi görünmektedir. Ancak her kuşun bu sistemi kullanma şekli farklıdır. Her iki sistemin ( pusulanın ) birbiri ile çeliştiği durumlarla da karşılaşılmaktadır. Hangi pusulanın kullanılacağı kuş türüne ve göç yollarına göre değişmektedir. Düzenli olarak yükseklerde uçan kuşlarda yıldız sistemi daha öncelikli kullanıldığı sanılmakla birlikte, çelişkili durumlarda manyetik pusulanın ön planda geçtiği düşünülmektedir. Bu konuda Bozötleğen ( Sylvia borin ) kuşlarının yavruları ile yapılan bir deneyde, kuşlar aynı yapay yıldız görüntülerinin bulunduğu iki farklı ortamda yetiştirilmişlerdir. Ortamlardan birinde manyetik alan bulunmakta, diğerinde ise bulunmamaktadır. Büyüyen kuşlar daha sonra doğaya salıverilmişlerdir. Manyetik alan bulunan ortamda yetiştirilenler doğru yöne yönelirlerken, manyetik alan bulunmayan ortamda yetiştirilenler yanlış yöne yönelmişlerdir. Deney sonuçları kuşların çelişkiye düştükleri durumlarda manyetik bilginin, yıldızlardan gelen bilginin önüne geçtiğini göstermektedir. Ancak son yıllarda bu konuda yepyeni teoriler ortaya atılmıştır. Posta güvercinleri ile yapılan deneyler, bu güvercinlerin yukarıda aktardığımız sistemlerin yanı sıra farklı bazı sistemleri daha kullandıklarını ortaya koymaktadır.

KOKU TEORİSİ

1947 yılında geliştirilen manyetik alan varsayımı uzun yıllar genel kabul görmüştür. Ancak son dönemde bu konuda yeni bir varsayım daha ortaya atılmıştır. Bu varsayıma göre güvercinler, koku duyguları sayesinde hedeflerine ulaşabilmektedirler. Koku varsayımı ilk kez 1972 yılında F. Papi tarafından ileri sürülmüş ve 1980 yılında Almanya’da Hans Wallraff tarafından hafifçe değiştirilerek son halini almıştır. Bu varsayıma göre her coğrafi bölgenin uçucu maddelerden oluşan kendine özgü bir kokusu vardır. Yapılan araştırmalar güvercinlerin yön bulmasına yarayan kokuların havada aeresol halinde değil, molekül halinde bulunduklarını ortaya çıkartmıştır. Posta güvercinlerinin bu kokuları tek tek tanıdıkları düşünülmektedir. Bu güvercinlerin yavrularının bile farklı yönden esen rüzgarların, farklı kokular taşıdığını daha uçmaya başlamadan öğrendiği ve yaşadığı bölgenin bir koku haritasını çıkarttığı kabul edilmektedir. Uçmaya başladıktan sonra ise, farklı bölgelerin kokularının bu haritaya ilave edilerek haritanın geliştirildiği varsayılmaktadır. Bu konuda bir çok deney yapılmakta ve varsayım desteklenmeye çalışılmaktadır. Özellikle koku alma duyuları geçici olarak köreltilen güvercinlerin tanımadıkları bir bölgeden geri dönemedikleri gözlenmiştir. Ancak bölgeyi önceden tanıyorlarsa geri gelebilmektedirler. Bugün koku varsayımı genel olarak kabul edilen bir görüş durumundadır. Ancak diğer yön bulma yetileri ile birlikte ve duruma göre kullanıldığı düşünülmektedir. Bu konudaki çalışmalar ve araştırmalar devam etmektedir.

Avrupalı Gözüyle Taklacı Mardin Güvercinlerinin Özellikleri

Asya güvercinleri, Türkiye’de ve diğer ülkelerde her bölgeye göre farklı isimlerle anılmaktadır. Türkiye’de en fazla Mardin ve Taklacı, oyun kuşu isimlerine rastlanılmaktadır. Bu güvercinler Almanya’da da bilinmektedir. Benim bildiğim diğer isimler Tak Tak, Şak Şak, Yapışkan, Dönek ve Yerli (bölgesel tür).


Bu isimlerin çoğunu, hayvanların uçuşları verir. Örneğin Tak Tak ve Şak Şak sesleri, hayvanların uçarken kanatları ile çıkardıkları seslerdir. Yapışkan adı belki de dikey olarak tırmanabilmesinden dolayı denmiştir. Dönek adı en fazla Doğu Anadolu’da yaygındır. Dönmek veya takla atmak manasını taşır. Bu türün menşei bilinmemektedir. Fakat güvercinlerin, çok eski yüzyıllarda Doğu Anadolu Bölgesi’nden, İran, Irak ve Suriye’den geldikleri tahmin edilmektedir. Sonuçta Güneydoğu Anadolu’da evcilleştirilmiş ve yetiştirilmiştir. Bundan dolayı bu türe Mardin’in adı verilmiştir. Buradan yayılarak batıya ve kuzeye gitmişlerdir. Bugün hala Mardin adı, bu tür güvercinlerin adı olarak kullanılmaktadır. Belki biz Avrupalılar için de, parende atmak manasını taşıyan Takla adını kullanmak daha yerinde olur.

Takla güvercinleri son 10-15 yıl içinde Avrupa’da çok ilgi gördüler. DFC Gazetesinin haberine göre akrobasi uçuşu yapan güvercinler, 20 yıl öncesine kadar güvercin sever Reber sayesinde bilinirdi. Daha sonraları dikey olarak uçan bu türün var olduğu görüldü. Takip eden yıllarda güvercin sever İhsan Kandil tarafından Akrobasi Güvercini olarak vasıflandırıldı. Takla atan güvercinleri ilk kez bir halde (gösteri alanı) gören seyirciler hayran kaldılar.

Bu hayranlık çok çeşitli güvercin yetiştiricisinin ticaretini etkiledi. Fakat insanlar burada gördükleri şeyi daha sonra görebildiler mi? Çünkü özellikle arzu edilen uçuş, uzun süre ve sabır gerektiren bir prosedür gerektirir. Bazı insanlar bunu kolayca gerçekleştirir. Güvercinler alışılageldiği gibi uçarlar (dönerek). İyi dönenler alıkonulur ve doğrusal uçanlar, eğitimleri için uzun süre meşguliyet gerektiğinden dolayı bertaraf edilirler. Takla atmaları da beklenmez.

Bu hayranlık çok çeşitli güvercin yetiştiricisinin ticaretini etkiledi. Fakat insanlar burada gördükleri şeyi daha sonra görebildiler mi? Çünkü özellikle arzu edilen uçuş, uzun süre ve sabır gerektiren bir prosedür gerektirir. Bazı insanlar bunu kolayca gerçekleştirir. Güvercinler alışılageldiği gibi uçarlar (dönerek). İyi dönenler alıkonulur ve doğrusal uçanlar, eğitimleri için uzun süre meşguliyet gerektiğinden dolayı bertaraf edilirler. Takla atmaları da beklenmez.

Takla güvercinleri orta büyüklükte, yumuşak, sessiz ve evcil olup, orta kalınlıkta gagası olan güvercinlerdir. Topuklarının üzerine kadar güzel renklilik (çorap gibi) paça vardır. Genellikle karanfil gagalıdır. Midye kabuğuna benzerliği ile hayranlık uyandırırlar. Renkleri koyu mavi tonları (gök) be buz rengi tonlarıdır. Genellikle şu renklere rastlanılır; koyu mavi-dövmeli, beyaz, parlak siyah, kahverengi ve sarı tonları ve çok renkli. Alt ve göğüs çizgileri, beyaz kuyruk gibi.

Yavru haldeki güvercinler 5-6 haftada elverişliliğini ortaya koyar. Üç tane olurlarsa gençlik dönemlerini zorluk yaşamadan geçerler. Bunlar için yerden ayağa kalkmalarını engelleyen yuvalar hazırlanır. Üç kat yuva yerden üst üste konulabilir. Daha yüksek olursa yerde denge kurulması zor olabilir.

Yuvalar alçak olursa, yavrular yem yemeye vaktinden önce başlarlar ve kendi kendilerine yemeği daha çabuk öğrenirler. 30 gün sonra ebeveynlerinden ayrılabilir ve genç hayvan kafesine konur. Günde 1-2 defa kapı önüne yere bırakılır. Daha sonraları sadece yerde durur. Oradan kendi desteğini çeker. Sonraki 2-3 haftada, kendi kendine uçmayı deneyinceye kadar, yerde ürkütülmeden dolaşması sağlanır. Daha sonra yetişkin ve uçabilen bir güvercinle birlikte, uçmayı öğrenmesi için birebir bırakılır. İlk uçuşta alkış sesi duyulabilir. Daha sonra göğüs dairesi ekseninde dönme denemeleri gözlenir. Sonraki haftalarda takla atmayı öğrenir.

Uçmaya başladıktan sonra, ara vermeksizin her gün uçurulmalıdır. Aksi halde birkaç gün dinlenirse, bazı güvercinler uçma esnasında takla atabilirler. Böyle olunca yönlerini kaybedebilirler. Daha sonra takla atarak uçabilirler. Böylece en iyi hayvanlar kaybedilebilir. Boyunları ekseninde dönmeleri fazla olursa yere düşebilirler. Bunların özellikle dönen güvercin yetiştiricileri tarafından bilinmesi gerekir.

Genç hayvanlar ilk uçuştan 2-3 ay sonra dairesel dönüşlere başlar. (takla dönüşlere başlamadan önce) kanat çırparak yukarıya doğru dikey uçar.

Ancak böyle takla atabilir. Yani atmadan önce 2-3 metre yükselir. Sonra takla atar. Buna ‘hava fişeği’ veya ‘şandel çekmek’ denir. Çoğu birkaç uçuştan sonra 10 metreye kadar yükselir. Bu arada 2-3 takla atar. Bu tür hayvanlar özel uçuşlar içindir. Hava fişeği uçuşu yapan bu hayvanlar tek başlarına birkaç dakika uçarlar, sonra diğerleri gibi yere inerler. Uçan hayvan bunu fark edince diğer güvercinlerin yanına, yere inmeyi dener. Hava fişeği uçuşunu öğrendiği için önce bir hamlede yere inemeyebilir. Önce dikey olarak yükselip sonra takla atarak inerler.

Bazıları vida gibi dönerek hava fişeği uçuşu esnasında takla atarlar. Bu türün birkaç temsilcisi hava fişeği esnasında havada fazla yükselmeden 10-15 takla atarlar. Türklere göre ne kadar fazla takla atarsa o kadar değerlidir. Uçuş, kondisyon ve hava şartlarına göre 10 dakika ile 5 saat arasında sürebilir.

Asgari uçuş süresi bir saat, azami bir buçuk saat olmalıdır. Bundan fazlası hayvan için yorucu, yetiştirici içinse sıkıcı olur. Yani bakıcı, hayvana bu kadar bağlı olunca bakımdan şikayetçi olabilir.

Uçuş denemesi yapmış olan hayvanlar bakıma alınmalıdır. Türkiye’de en erken 2-3 yıllık hayvanlar bakıma alınmaktadır. Bunlar uçuşta korunmuş ve bakıma alınmış hayvanlardır.

Tüy değiştirme döneminde hayvanlar asabi olacağı için ve hayvanlara acı verebileceği için mümkünse uçurulmamalıdır. Çünkü tüy dökümü, sakin bir şekilde olursa uçma yetenekleri daha da artar.

Ekim 1991’ de her zamanki gibi tatilimi yine Türkiye’de geçirdim. Dört haftanın ancak iki haftası evdeydim. Diğer iki haftası, güvercinleri tanımak için yetiştiricilerin yanında geçti. Bu türleri çocukluğumdan beri tanımama rağmen, cevaplamak istediğim birçok soru hala açık durumdaydı. Arkadaşım Talih Eroğlu ile birlikte, 60 km. uzaklıkta bulunan bir şehre gittik. Çünkü birkaç yıl önce, bakımım altındaki hayvanları, Talih sayesinde arkadaşı Halil’den almıştım. Kamyonuyla Türkiye’nin birçok yerini gezen yerli bir yetiştiriciden, takla yetiştiriciliğinin sadece Türkiye’de olduğunu öğrendik. Halil’in bu bilgileri ve bizi davet etmesi gitmemiz için yeterli bir sebepti.

Halil, arkadaşına bizim isteğimizi bildirdi. Önce Halil’in hayvanlarını gözlemledik. Bu hayvanlar apartmanın bodrumunda yetiştiriliyordu. Güvercinler pencereden gidip gelebiliyorlardı. Takla güvercinlerinin bir metre yüksekliğinden dışarı ve içeri gidip gelmeleri beni şaşırtmıştı. Pencerenin üzerine, balkon branda örtüsü vardı, böylece güvercinler yükseğe uçamıyordu.

Öğleden sonra güvercin sever Sabri’yi ziyaret ettik. Biz oraya vardığımızda güvercinleri yerde dolaşıyordu. Uzun bir konuşmadan sonra bizim doğal olarak sabırsızlıkla beklediğimiz gibi, yetiştirdiği güvercinlerden birini uçurmak istedi. Önce bütün sürüyü kafese doldurdu. Genç bir güvercini dışarı aldı ve yere bıraktı. Sopayla hafifçe dürttü, güvercin hemen hava fişeği hareketine başladı, kanat çırparak 20 metre yüksekliğe kadar çıktı, sonra takla atmaya başladı. Tekrar 15 metre yükseldi ve takla atarak yine alçaldı, tekrar 35-40 metre yükseğe çıktı ve dairesel dönmeye başladı. Çeyrek dakikada bir şahin gibi kanatlarını açarak yerde olan güvercinlerin yanına alçaldı, yere yaklaştıktan sonra durdu ve hemen takla atmaya başladı (buna taban takla adı verilmektedir). Üç takladan sonra, makine dişlisi gibi ses çıkararak yükseldi.

Bu uçuş sitilini 1 saat boyunca tekrarladı, sonra bir takla atarak yerdeki diğer güvercinlerin yanına indi. Kanatlarını açarak her inmesinde yere konacağını sandım, çünkü yere 50 cm. kadar iniyordu ve tekrar çırpınarak yükseliyordu. Ben daha önce bir tanesini görmüştüm beni bunun kadar hayran bırakmamıştı. Özellikle yaptığı taban taklanın değeri biçilmezdi. Bunlar mücevher gibi özel yerde muhafaza edilmeliydi.

Öğleden sonra hep birlikte 50 dönümlük arazisinin bulunduğu yüksekçe bir köye gittik. Burada bir ahır vardı. Güvercinlerin yetiştirildiği yapı 150 cm. yüksekliğinde yoktu ve balçıktan yapılmıştı. Hücreleri (yuva) meyve dalları gibi basit malzemeden yapılmıştı. Bakımı gerçekten dikkate şayandı.

Öğleden sonra başka bir köye gittik. Uzun bir aramadan sonra oradaki takla yetiştiricisini bulduk. Bize, yol kenarında boş bir yerde beklememizi söyledi. Birkaç dakika sonra elinde bastonuyla dar bir sokakta güvercinleri boş bir araziye doğru sürdüğünü gördük (kuzu sürüsü gibi). Biraz sonra onu göremez oldum, çünkü taklacıların uçtuğu bu arazi evden 50 metre uzakta idi. İçlerinden bazıları üç kuşaklıydı ve limon rengindeydi. Bu türler orada daha değerli kabul edilir. Uzun süren sohbetten sonra güvercinleri tekrar kafese sürdü. Bu güvercinlere çok bağlı olunursa her halükarda uçurulabileceğini düşündüm. Sadece bunu istemek ve kendini hazırlamak gerekliydi. Güvercini sadece bir yere alıştırmak ve orada uçmalarını sağlamak dahice bir düşünceydi.

Türkiye’deki yetiştiriciler her yıl turnuva düzenliyorlar ve orada büyük paralar dönüyor.

Uzun süren konuşmalardan sonra aklıma birkaç soru takıldı. Hiçbir yetiştirici gizli sırlarını vermemişti.

Sonuç olarak bütün takla ve mardin yetiştiricilerini ve yetiştirici olmak isteyenleri, hava fişeği eğitimi verdirmeye davet ediyorum. Çünkü yüzyıllardan beri bu tür güvercinleri doğru yetiştiremedik. Bundan sonra da uçuş özelliklerinin acemice sürdürülmesine izin vermemeliyiz.

Bu makale Kemal Öncel tarafından bir Alman dergisinden çevrilmiştir.

Kuş Halkalama Çalışmaları ve Ulusal Halkalama Programı

HALKALI BİR KUŞ BULURSANIZ: Lütfen,
  • Halkanın üzerindeki adres ve numarayı,

  • kuşu nerede ve hangi tarihte bulduğunuzu,

  • tanıyabiliyorsanız türünü,

  • kuşu ölü mü yoksa canlı mı bulduğunuzu,

  • kuşun nerede ve ne zaman halkalandığını size de bildirmemiz için adınızı ve adresinizi yazınız.

  • Daha sonra bu bilgileri ringing@kad.org.tr adresine göndererek Kuş Araştırmaları Derneğiyle iletişime geçiniz. Halkalı bir kuş gördüğünüzde lütfen kuşu yakalamaya çalışmayınız!




Halkalama çalışmaları, ornitoloji (kuş bilimi) araştırmalarında çok önemli bir yer tutmaktadır. İlk kez 1889 yılında , Danimarkalı H.D. Mortensen tarafından Sığırcıklar üzerinde denenen bu yöntem günümüzde dünyanın pek çok ülkesinde yaygın bir şekilde uygulanmaktadır.

Her yıl Avrupa’da 3,8 milyon kuş halkalanmakta ve dünyada bugüne kadar 70 milyon kuşun halkalandığı tahmin edilmektedir. 100 yılı aşkın bir süredir yaygın bir şekilde uygulanan bu yöntem sayesinde, dünyada hiçbir canlı grubu için varolmayan, çok değerli bir bilgi kaynağı oluşmuştur.

Halkalama Çalışmaları Nasıl Yapılır?

Palazlanmamış yavru kuşları yuvada halkalayabilmemize rağmen, erişkin kuşları çeşitli yöntemlerle yakalamak gerekir. Halkalama çalışmalarında kuşları yakalamak için kullanılan en yaygın yöntem yaklaşık 300 yıl kadar önce Japonya’da keşfedilen sis ağlarıdır. Kuşların, çok ince, siyah, naylon iplikten yapılan bu ağları görmesi neredeyse imkansızdır. Bu nedenle, sis ağlarının kullanılmaya başlanmasıyla birlikte halkalama çalışmaları bütünüyle hız kazanmış ve yapılan çalışmaların verimliliği artmıştır.

Kuşları yakalamak için sis ağların yanısıra, kafesler (özellikle kıyı kuşları için), canon ağları, balçatri (özellikle yırtıcı kuşlar için) ve Helgoland adı verilen büyük ağ sistemleri gibi farklı teknikler de kullanılır.

Kuşlar yakalandıktan sonra özel pensler yardımıyla ayaklarına halka takılır. Türlerin ayak kalınlıklarına uygun olarak farklı çaplarda halkalar kullanılır ve dünya çapında standarttır. Halkalar genellikle alüminyum ya da magnezyum-alüminyum alaşımıdır. Bu nedenle çok hafiftirler ve kuşların normal davranışlarında bir değişiklik yaratmazlar. Tüm markalama ve tekrar yakalama çalışmalarında temel kural, kullanılan markanın kuşun beslenme, çiftleşme, göç etme ve av olma olasılıklarında bir değişiklik yaratmaması gerektiğidir. Halka takıldıktan sonra özel rehber kitaplar yardımıyla kuş üzerinde çeşitli incelemeler ve ölçümler yapılır. Kuşun türü, yaşı, cinsiyeti belirlenir; kanat uzunluğu, ağırlığı, yağ ve kas miktarı gibi çeşitli ölçümler yapılır ve sonuçlar standart kayıt formlarına kaydedilir. Daha sonra bilgisayar ortamına aktararak istatistiksel değerlendirmeler yapmak mümkündür. Halkalanan ve ölçümleri yapılan kuşlar ise tekrar özgürlüklerine kavuşurlar.

Her halka üzerinde ayrı bir kod numarası ve her ülke için standart bir adres yazılıdır. Kod numarası bireylerin tanınması, adresleri ise tekrar yakalanan ya da ölü bulunan, halkalı bir kuşun hangi ülkede halkalandığının anlaşılabilmesi için önemlidir. Bu adres sayesinde, kuş ölü bulunduysa halkası ya da tekrar yakalandıysa kuş ile ilgili bilgiler ilk halkalandığı ülkedeki merkeze ulaştırılabilir. Örneğin, 1999 yılında, Hatay Belen Geçidi’nde avcılar tarafından bir dernek üyemize verilen halkanın, üzerindeki adres ve kod numarası sayesinde, Polonya’da o yıl halkalanmış bir Küçük Orman Kartalı yavrusuna ait olduğu öğrenilebilmiştir. Sizler de halkalı bir kuş bulursanız lütfen Kuş Araştırmaları Derneği ile iletişime geçiniz. O sayede belki o güne kadar bilinmeyen bir göç yolunun ortaya çıkarılmasına ya da o türün korunmasına katkıda bulunabilirsiniz.

Halkalama Çalışmalarının Amaçları

Halkalama çalışmalarının ilk başladığı yıllarda, temelde kuş göçlerinin ve dağılımlarının araştırılması amaçlanmıştır. Yıllar boyunca göç üzerine yoğunlaşan çalışmalar sonucunda özellikle Avrupa-Afrika arasında göç eden bir çok kuş türü için göç rotaları, kışlama alanları ve göç takvimleri belirlenmiştir. Göç ile ilgili bu çalışmalar son yıllarda daha çok göçmen kuşların korunmasına yönelik projelere ışık tutmaktadır. Çalışmalar sonucu elde edilen veriler sayesinde, kuş türlerinin habitat çevrelerini ortaya çıkarmak, göç yolları üzerinde konakladıkları dinlenme ve beslenme alanlarını öğrenerek korumada öncelikli bölgeleri belirlemek ve türlerin farklı göç stratejilerini ortaya çıkararak, türlere göre farklı koruma önlemleri geliştirmek de mümkün olmaktadır. Ayrıca, yağ ve kas miktarlarının ölçülmesi ve kuşların göç yolları üzerindeki farklı istasyonlarda yinelenen bu ölçümlerin karşılaştırılması sonucunda, kuşların göç sırasında karşılaştıkları fizyolojik problemler de anlaşılmaktadır.

Türkiye’de Kuş Halkalama Çalışmaları

Birçok kuş türü için önemli göç yolları üzerinde bulunmasına rağmen Türkiye’de bugüne kadar düzenli ve kapsamlı halkalama çalışmaları gerçekleştirilememiştir. Özellikle Kızılırmak, Göksu ve Çukurova deltaları başta olmak üzere değişik bölgelerde kısa dönemli halkalama çalışmaları yurtdışından gelen araştırmacılar tarafından yapılmıştır.

Ulusal düzeyde ilk halkalama programı için girişimler, Kuş Araştırma Derneği tarafından Mayıs 2001’de başlatılmıştır. Pilot düzeyde halkalama çalışmaları ODTÜ Biyoloji Bölümünün de katılımıyla başlamış ve yıl içinde 42 türden 362 kuş halkalanmıştır.

Ayrıca, halkalama çalışması yapmak isteyen kuş gözlemcileri ve araştırmacıları için derneğimiz tarafından teorik halkalama kurslarının düzenlenmesi planlanmaktadır. Web sayfamız üzerinden yapılacak duyurular yoluyla bu kursları takip edebilirsiniz.

Kuşların Evrimi 1-2

Yeryüzünde bizimkine nazaran çok uzun bir geçmişe sahip olan kuşlara,insanlık tarihi boyunca mitolojik figür, sanat esini, barış, güç, bilgelik sembolü olarak rastlamamız, kuşların insanlar için salt besin kaynağı olmamış olduğuna işaret eder. Ikarus’u hatırlarsak, kuşların birçok hikayenin kaynağında yer almalarının nedeni beklide insanlığa hayranlık veren uçma yetenekleridir.


Yine de kuşlarla ilgili en sürükleyici hikayenin, zaman tünelinde milyonlarca yıl geriye giderek kuşların ve uçuşun kökenine dair ipuçları arayan paleontologlarca yaşandığını söylemek herhalde abartılı olmaz.

Canlıların kökenine, birbirleriyle olan evrimsel akrabalıklarına ilişkin bilimsel çalışmalar çok sayıda fosilin incelenmesini gerektirir. Bu nedenle, kuşlara özgü yapılar olan tüylere ve içi boş, süngerimsi dokusu olan hassas kemiklere fosil kayıtlarında nadiren rastlanabilmesi, bu uzun ve karanlık tünelde cılız bir ışıkla çalışmak anlamına gelmiş çoğu kez.

Uçuşun son derece sınırlayıcı fizyolojik ve anatomik talepleri olması sonucunda kuşlar,çok yüksek bir metabolizmaya ve çok sınırlı bir aerodinamik morfolojiye sahip olacak şekilde evrimleşmişlerdir. Tüylerin altında anatomik olarak çok benzerlik gösteren kuşların sınıflandırılmasının ancak bir ya da birkaç belirleyici özelliğe dayanması, benzeştiren evrimin belki de en büyük yanıltmacalarını uçmanın getirdiği bu kısıtlamalar içinde yaratmış olmasıyla birleşince, kırlangıçlar ve sağanlar örneğindeki gibi birçok yanlış sınıflandırmayla karşılaşılmış. Kuşların yaklaşık 150-200 milyon yıl önce, Mesozoic çağda sürüngen atalardan evrimleşmiş olduğu tüm bilim dünyasınca kabul edilse de, tam olarak hangi dönemde ve hangi sürüngen kolundan evrimleştikleri günümüzde internet tartışma gruplarının bile konusu olan bir soru işareti. Münh yakınlarındaki Bavyera Bölgesinde bulunan kireçtaşı, 1793’te litografi tekniğinin bulunmasından sonraki daha ayrıntılı kazılar sırasında içinde tek bir tüy fosiline rastlanmasıyla birlikte bilim dünyasında hareketli günler başlamış oldu. Yaklaşık 6 cm. boyundaki bu tek tüy, sürüngenlerin hakim olduğu dönemde kuşların yaşadığına dair bir kanıttı ve üstelik asimetrik yapısıyla modern zaman kuşlarının uçuş tüyleriyle benzerlik gösteriyordu. Bu fosil tüyün bulunuşunun üzerinden birkaç ay geçmemişti ki Hermann von Meyer bu kez tüyleri olan, sürüngenvari bir hayvanın iskeletinin eksiksiz bir fosilinin bulunduğunu bildirdi şaşkınlığı dinmemiş biyoloji çevrelerine. Bu fosil de yine aynı bölgede bulunmuştu ve yine Jurrasic dönemine aitti. Bir karga büyüklüğündeki Archaeopteryx fosili, uzun, kemikli sürüngenvari kuyruğundan çıkan tüyleri, uzamış ön uzuvları, asimetrik tüylerle kaplı kanatları, 3 hareketli, kıvrık parmağı, köprücük kemiklerinin birleşmesinden oluşmuş lades kemiği ve dişleriyle iki yüksek hayvan grubunun, sürüngenlerin ve kuşların arasındaki bir ara forma, dolayısıyla evrime işaret ediyordu. Zaten Charles Darwin de, sadece 2 yıl önce basılmış olan ve ‘doğal seçilim yoluyla evrim’i anlattığı ‘Türlerin Kökeni’ adlı kitabında tam da böylesi ara formların var olduğunu varsayıyordu.

Bundan sonraki dönemde de 7 ayrı Archaeopteryx fosili bulundu. Son Archaeopteryx fosili dışındaki fosiller de kimi araştırmacılar tarafından, özellikle boyutlarındaki farklılıktan dolayı, ayrı tür olarak gösterilmişlerse de, milyonlarca yıl önce yaşamış kuşların tür ve cins sınırlarını belirlemenin güç olması nedeniyle bu görüşler genel olarak kabul edilmemiş ve günümüzde tüm Archaeopteryx fosilleri bir cins altında ele alınarak tür bazındaki savlar soru işareti olarak kalmıştır.

KUŞLARIN EVRİMİ 2

1861 yılında Almanya’nın Bavyera bölgesindeki Jura dönemine ait kireçtaşında bir asimetrik tüy fosilinin bulunması, kuşların sürüngenler Çağı’ndan beri var olduklarının kanıtı olarak büyük bir heyecanla karşılanmıştı. Günümüzde paleontologların çoğu, kuşların atasının dinozorların bir kolu olduğunda hemfikir. Yazılan bir çok kitap ve makalede kuşların atasının dinozorlar olduğundan söz edildiğini ve dünyanın önde gelen bir çok müzesinin dinozor bölümlerinin bu görüş düzenlendiğini görmek mümkün


Kuşların kökeni ile ilgili kuramlardan bir tanesi, Archaeopteryx fosilleriyle Teropod dinozorlar arasında homolog olduğu düşünülen benzerlikler nedeniyle, kuşların atasının dinozorların bu kolu olduğu yönündeydi. Teropod dinozorlarla kuşlar arasındaki tüm sonradan edinilen benzerliklerin benzeştiren evrimden kaynaklandığını ve Teropod dinozorların kuşların atası olmayacak kadar özelleşmiş olduklarını söyleyen tekodont ata teorisi ise, kuşların atasının teropod dinozorlardan önce yaşamış ilkel bir sürüngen olduğunu savunuyordu.

Uçuşun Kökenine Dair

Kuşların atasının hangi hayvan kolu olduğuna ve kuşların bu atadan kaç milyon yıl önce ayrıldığına ilişkin araştırmalar ve tartışmalar, doğal olarak tüylerin ve uçuşun kökeniyle yakından ilgilidir. Kuşların en karakteristik özelliği olduğu düşünülen tüyler, omurgalı derisinin en karmaşık türevidir. Morfolojik bir harika olarak tanımlayabileceğimiz tüyler, çok karmaşık yapıları ve sayısız işlevleri olması bakımından çok zengin bir evrimsel geçmişe işaret ederler. Tüylerin bir şekilde sürüngen pullarından evrimleştiği genel olarak kabul edilirken, sürüngen pulundan karmaşık yapıdaki tüye kadar olan evrimsel basamaklarda hangi yapıların ortaya çıktığı ve bu yapıların canlıların çevreye uyumunda nasıl bir değere sahip olduğu konusunda yıllar içinde birçok farklı görüş ortaya atılmıştır. Tüylerin, uçuş dışında, yalıtımdan kamuflaja ve kur davranışına kadar kuşların yaşamında büyük önem taşıyan pek çok işlevi vardır. Ancak kuşkusuz uçuşla ilgili/aerodinamik özellikler tüylerin birincil işlevidir. İlkel sürüngen atanın pullarının hangi işlev doğrultusunda evrim geçirerek ilkel tüylere dönüştüklerini ve buna bağlı olarak uçuşun kökenini açıklamaya çalışan iki temel kuram vardır. Bunlardan ilki uçuş evriminin yerde başladığını savunur. Bu kuramı destekleyenlerin çoğu, kuşların iki ayaklı teropod dinozorlardan geldiğini savunan araştırmacılardır. Kuşların atasının teropod dinozorlardan daha ilkel olan tekodontlar olduğunu savunanlar ise, uçuş evriminin ağaçta başladığını savunurlar. İlkel sürüngenvari kuş atasının ağaçta yaşamış olduğunu varsayan teoriye göre, sürüngen pullarında oluşacak her bir küçük değişiklik (uzama ve çatlama) bu hipopetik canlının aerodinamiklerinin gelişmesi olacaktı. Bu ilkel atanın sürüngen pulları karmaşok yapıdaki uçuş tüylerine dönüşürken, önceleri yerçekiminin sağladığı enerjiyi kullanarak ağaçtan ağaca süzülen canlının süzülme yeteneği zamanla gelişecek, manevra gereği ortaya çıktıkça da kanat ve kuyruk tüyleri karmaşık bir yapıya doğru evrim geçirecekti. Uçuş evriminin yerde başladığını savunan teori ise, tüylerin öncelikle ısı düzenleyici olarak evrildiğini varsayıyordu. Dr değişle, kuşlarda görülen sıcakkanlılığın uçuştan önce evrimleşmiş olması gerektiğini savunuyordu. 1969 yılında bazı dinozor türlerinin sıcakkanlı olmuş olabilecekleri yönünde görüşü ilk kez ortaya atan ve günümüzün ünlü teropod-ata savunucusu olan John Ostrom’un önderliğindeki bu teoriye göre, kuşların teropod atasındaki ilkel tüyler önce ısı yalıtımını sağlamıştı. Aktif, sıcakkanlı, koşarak avlanan bu etçil yırtıcı dinozorların tüylerle kaplanacak ön uzuvları, onların böcek ve benzeri avlarını ağızlarına doğru süpürmelerini sağlayacaktı. Bu ilkel atanın avı peşinde koşarken ani manevralar yapabilmesi ya da avcılardan kaçarken tepelerden aşağı süzülebilmesi de modern, gelişmiş kanat ve kuyruk tüylerinin evrilmesiyle gerçekleşecek ve böylelikle ilk olarak ısı yalıtımı sağlama yönündeki evrilmiş olan tüyler sonradan aerodinamik işlevler doğrultusunda evrimlerini tamamlayacaklardı.

Dört Kanatlı Kuş

Çin’de bulunan 125 milyon yıl öncesine ait 4 kanatlı bir dinozorun fosili, kuşların ağaçlardan atlayarak uçmaya başladıkları tezini doğruluyor. Kuşların dinozorlardan geliştiği teorisi üzerine tartışmalar daha gerçekçi bir temele oturmaya başladı.


Tüylü dinozorlar, kanatsız kuşlar... Pekin’deki Bilim Akademisi’nden paleontolog Xing Xu bu derece tuhaf bir dinozorla karşılaşacağını ummuyordu. Aslında bu fosilin ait olduğu tür olan Microraptor 2000 yılında gündeme gelmişti; Microraptor 60 cm.’lik boyuyla, orta boylu (1-7 m.) leşçiler olan dromaeozorların en küçüğüydü. Ancak bu kez, Xu’nun Microraptor gui olarak tanımladığı fosil, kuzenlerinde var olan tüylü liflerini sergilemekle kalmayıp, aynı zamanda gerçek anlamda kuşlara ait tüyleriyle iki kanatlı değil tam dört kanatlıydı! Çinli ekibin bulduğu 125 milyon yıl öncesine ait fosil bilim dünyasına bomba gibi düşerken aynı zamanda bir taşla iki kuş da vurmuş oldu; söz konusu fosil, kuşları dromaezorlarla ilişkilendirdiği gibi şimdiye kadar bilinen ancak bu kadar kesin olarak kanıtlanmamış olan Ğ aynı zamanda dört kollu yapının kuş ile dinozor arasındaki ‘eksik halka’ olduğunu da ortaya koydu. Xu, kısa kanatları, tırnakları ve uzun kuyruğuyla bu ara türün ağaçlarda yaşayan ve uçan bir canlı olduğunun anlaşıldığını kaydediyor. Microraptor gui kuşların uçuşunun kökeniyle ilgili tartışmalara son noktayı koyacak mı?

Tartışmanın başlangıcı

Bu tartışmanın başlangıcı, 1861’de Almanya’da Solnhofen’de Archaeopteryx’in (Arkeopiterisk) bulunduğu günlere uzanıyor. Archaeopteryx sivri dişler ve dinozorlara özgü uzun bir kuyruğun dışında tüylerle kaplı kanatlara ve ağaç dallarını kavrayabilecek pençelere sahipti. Jura Dönemi’nin sonunda 148 milyon yıl önce yarı sürüngen yarı kuş bu türün varlığı kuşların sürüngen özelliklerini ortaya koyuyor ve böylece evrim teorisyenlerinin zaferini ilan etmiş oluyordu. Ancak evrim kuramcıları bu tuhaf hayvanın gökyüzünü nasıl fethettiğini açıklayamıyorlardı. Fransız Ulusal Bilimler Akdemisi’nden (CNRS) paleontolog Eric Buffetaut Archaeptreyx’i keşfettikten sonra kuşların ağaçların tepelerinde süzülerek uçmaya başladıklarının varsayıldığını kaydediyor.

Karadan mı, ağaçlardan mı?

Fransız paleontolog doğada, ağaçlarda yaşayan ve süzülerek uçan pek çok hayvan bulunduğunu kaydederek Archaeopteryx’in ilkel kanatlarıyla, uçma kaslarının bağlı olduğu göğüs kemiğinin eksikliğinin hayvanın kanatlarını düzgün bir biçimde çırpmasıyla ilgili hiçbir kanıt sunmadığını belirtiyor. Bu tartışmaların yapılmasının üzerinden yüz yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra 70’li yıllarda Amerikalı paleontolog John Ostrom Archaeopteryx’le ilgili yeni bir sav ortaya attı. Ostrom’a göre Archaeopteryx Kretase Dönemi’nin sonunda ortaya çıkan güçlü iki ayaklı koşucular dromaeozorlarla büyük benzerlikler içeriyordu. Amerikalı paleontoloğun hipotezi şuydu: Aktif avcı olarak geliştirdikleri metabolizmalarını korumak amacıyla tüylerle kaplı dromaeozorlar kollarını böcek avlamak için file gibi kullanmışlardı. Uzun vadede de bu fileler kanat uçlarına dönüşüp daha hızlı koşmalarını ve daha sonra da daha büyük sıçrayışlar gerçekleştirmelini sağladı. Böylece kanat karadaki zıplamadan doğmuş oldu.

Hayalden gerçeğe

70’li yıllarda ortaya konulan bu teori bilim adamlarını ikna etmeyi başardı... Ta ki Microraptor gui keşfedilene kadar... Ya da daha doğrusu varlığı kanıtlanıncaya kadar! Nitekim, bu hayvan 1915 yılında Amerikalı kuşbilim uzmanı William Beebe tarafından hayal edilmişti. Eric Buffetaut Çinli araştırmacıların betimlediği hayvanın kendisine paleontoloji kitapçığında gördüğü eski bir çizimi hatırlattığını kaydederek şunları ekliyor. ‘Resim, Beebe tarafından Tetrapteryx olarak adlandırılan ilginç, dört kanatlı bir kuşu betimliyordu. Resmi çizen kişi, sürüngenlerle kuşlar arasındaki bir türü anlatıyordu . Kendisi, güvercin gibi yaygın olarak görülen kuşların yavrularının uyluk kemiğini kaplayan tüyleri inceleyerek bu evrimsel ara türü tasarladı. Beebe bu türde, kuşların atalarında var olan arkaik ‘pelvis tüyü’nün varlığını görüyordu. Berlin’de saklanan Archaeopteryx’in en güzel türüyle ilgili bir fotoğraftaki pelvis tüyleri de bu varsayımı doğrulamış oldu.

Henüz kesin yanıt yok

Kuşların atası gerçekten de, William Beebe’nin öngördüğü, Xing Xu’nun da ortaya koyduğu gibi ağaçlarda süzülen bir canlı mıydı? Bu soruya kesin bir yanıt vermek kolay değil. Her şeyden önce, Archaeopteryx’in Microraptor’dan en az 15 milyon yıl önce yaşadığını bilmek gerekiyor. Peki, nasıl oluyor da, evrim geçirmiş bir türden sonra arkaizme rastlanıyor? Eric Buffetaut paleontolojide bu durumun son derece yaygın olduğunu belirterek, örneğin foisl koleksiyonşlarının kazayla yok olması halinde gelecek kuşaklara sadece Homo erectus’la günümüzdeki ilkel primatlardan Malezya maymununun iskeletlerinin bırakılabileceğini belirterek, bu durumda birincisinin ikincisinden önce ortaya çıktığı sonucuna varmanın da mümkün olamayacağını kaydediyor. Jura Dönemi’ne ait fosillerin azlığı paleontolojideki bu klasik ‘göz yanılsamasını’ daha da ciddi hale getiriyor.

Çok sayıda 4 kanatlı var

Kansas Üniversitesi’nden evrim biyolojisi profesörü Richard Prum Archaeopteryx ile Microraptor’un tüyleri arasındaki büyük benzerliği karşısında ön kanatlarının tek ve ortak bir köke sahip olduklarını varsaymanın yanlış olmayacağını söylüyor. Prum’a göre, bu konuda araştırılması gereken nokta bu iki türün ortak atalarının dört elli olup olmadığıdır. Amerikalı profesör, evrim tarihinin iki kanadını kaybetmiş dört kanatlı organizmalarla dolu olduğunu, ancak iki kanatlı olup da sonradan yeni kanat edinmiş olanlara şimdiye kadar rastlanmadığını ifade ediyor. Zooloji profesörü ve kuş uçuşları uzmanı Jeremy Rayner ise daha temkinli davranarak, dromaeozorların tüylerinin yol açtığı devrimin yeni türlerin gelişimini teşvik ettiğini, evrimsel ‘deneyler’in de bu nokta göz önüne alınarak sıralanması gerektiğini belirtiyor.

Morötesiyle kanıtlama

Archaeopteryx Beebe’nin tezini doğrulayacak mı? Berlin’deki Doğa Traihi Müzesi’nden David Unwin, Microraptor fosilini incelediğini ve arka ayakların yakınında potansiyel tüylerin varlığını gördüğünü kaydederek, ancak bağlantı yerleri görünmediğinden bu tüylerin ayaklara mı yoksa kanatlara mı ait olduğunu kestiremediğini ifade ediyor.

Bu durumda Beebe, hayal kurmuş olabilir mi? David Unwin hayal olduğuna inanmadığını belirterek 19. yüzyıl sonlarına ait bir çizimin pelvis tüylerini daha belirgin gösterdiğini, Beebe’nin başka çalışmalarının da buna işaret ettiğini kaydediyor. Unwin, fosil pek çok işleme tabi tutulduğu için bazı izlerin silinmiş olabileceğini daha kesin bulgular için morötesi ışınlarda incelenmesi gerektiğini kaydediyor. Archaeoptreyx’in başka sırlar da içerebileceği varsayılarak tartışmalar biyomekanik alana taşınmış bulunuyor. Nedeni ise, dört kanatlı bir hayvanın omurgalılarda bir ilk olması.

Benzetim gerek

Hayvan gerçeğe uygun gözükse bile Jeremy Rainer dikkatli konuşuyor: ‘Xing Xu’nun betimlediği gibi karınla dik açı oluşturan ön kanat dromaeozorlar ve kuşlardaki eklemler hakkında bildiklerimizle uyuşmuyor.’ Oysa Kaliforniya, Berkeley Üniversitesi’nde Paleontoloji Müzesi’nde görevli biyoloji profesörü Kevin Padian’a göre ara tür tezini kanıtlamak için bu uyumun olması gerekiyor. Pedian, pelvis kanadının ön kanada paralel bir konumda olmaması halinde düz bir uçuş sağlayamayacağını, en fazla paraşüt görevi üstleneceğini ifade ediyor.

Amerikalı uzman, bu canlının alttaki uzuvların eklemlerinin dinozor ve kuşlarınkinden farklı olması halinde uçma evrimine hiçbir katkı sağlamayacağını çünkü hiçbir kuşun arka ayaklarını uçmak için kullanmadığını kaydediyor. Kevin Pedian, dört kanatlı hayvanla ilgili kesin bir sonuca varılabilmesi için fosillerin derinlemesine incelenmesi gerektiğine dikkat çekiyor.

Science et Vie/Nisan 2003 tarihli sayısında yayımlanan araştırma yazısında şöyle deniyor: Kısacası, Çinli uzmanların iddialarının kanıtlanması için hayvanın yeniden oluşturulmuş tasarımı ve aerodinamik simülasyonu gerekiyor. Bu da oldukça zaman alacak bir işlem. Ancak Microraptor’un 125 milyon yıldır beklediği göz önüne alındığında bu konuda zaten pek de acele etmek gerekmiyor...

Dinozorla kuş arasındaki eksik halka

Microraptor gui’nin keşfi kuşları iki ayaklı leşçi dinozorların kategorisine sokuyor; Coelophysis bunların ilk örneklerinden, Tyrannosaurus ise sonuncularından sayılıyor. Orak şeklinde tırnaklara sahip olan Microraptor, tüylü yakın kuzeni Sinomithosaurus gibi dromaeozorlara özgü uzun bir kuyruk da içeriyor. Bu durum Archaeopteryx’in soyağacının hala varsayımlara dayandığının işareti.

Eğimli pistin önemi

Microraptor gui’nin bulunmasından birkaç gün önce Amerikalı ornitolog Kenenth Dial şimdiye kadar kuşlarda hiç görülmemiş bir dizi hareket gözlemlediğini açıklamıştı. Buna göre, keklik palazları son derece eğimli alanlarda koşabilmek için kanatlarından yararlanırlarken, havaya yükselmek için değil tıpkı Formula 1 yarışlarındaki arabaların lastiklerini piste yapıştırmaları gibi ayaklarının yere yapışkanlığını artırmak amacıyla bu yönteme başvuruyorlar. Böylece kuşlar 105 derece eğimli yerlere bile tırmanabiliyorlar!

Kenneth Dial küçük kuşların performanslarının kanat tüylerinin uzunluğuna orantılı olduğunu saptadıktan sonra ‘eğimli koşu’nun uçuşa ön hazırlık olduğu hipotezini ortaya koydu; buna benzer şekilde, küçük dinozorlar da hemen hemen dikey sayılabilecek engelleri tırmanarak av ve avcılar karşısında şanslarını deniyorlardı. Daha sonra da, gelişmesini tamamlamamış kanatlar gittikçe daha uzun sıçrayışları denetlemiş olmalıydı... ‘Ağaç uçuşu’yla ‘koşmadan kaynaklanan uçuş’ arasındaki bu ara hipotez paleontologların ilgisini çekti. Kansas Üniversitesi’nde biyoloji profesörü Richard Prum bu çalışmanın önemli teorik anlamlar içerdiğini kaydetmekle beraber yaşayan hayvanlardan yola çıkarak geliştirilen teorinin fosillerden elde edilen bilgilerin yerini tutamayacağını kaydediyor.